Hülya Aslan | TWEET ÜZERİNDEN | Güney Gazetesi Mersin
Hülya Aslan

TWEET ÜZERİNDEN


Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın 30 Temmuz 2020 de attığı tweetten yola çıkarak yaptığım irdelemenin devamı olan bu yazıma geçmeden önce mesajı sizlerle yeniden paylaşayım. Sayın Kalın hesabından “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize 150 yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” diye bir mesaj paylaşmıştı. Geçmiş 150 yılın üçte birlik ilk evresini yani 50 yılını önceki yazımda ele almıştım. 1920 ve sonrası olan süreci bu yazımda değerlendireceğim.     

 

Sayın Kalın’ın dediği gibi “modernleşme adı altında 150 yıldır başkalarının hikâyelerini mi dinlemişiz” yoksa biz mi başkalarına hikâye değil destanlar yazmışız buna bakalım. İlk olarak Modernleşme kavramı edir?  Bu kavramın terminolojik açılımı ne anlam taşıyor? Buna yanıt bulalım.   

 

Modernleşme 15. Yüzyılda Rönesans ve Reform hareketleri ile Batı Avrupa’da toplumsal, siyasal, ekonomik, dinsel, geleneksel ve bilimsel alanda ortaya çıkmaya başlayan değişimlerin genel adı olarak kullanılmış. Ve dünya da modernleşmeye yönelik her alanda değişimler görülmeye başlanmıştır. Osmanlının son günlerinde ki modernleşme hareketlerinin bu tanımlamaya göre etkili bir noktaya ulaşamadığını, sınırlayıcı pek çok faktörün olduğunu, bunların başında da bilimsel ve teknolojik yatırımlara ve çalışmalara sahip olmadığını görmekteyiz. Diğer bir deyişle sanayi devrimini yapamamış, bilim-teknik üretiminde ve sanatta çağlar gerisinde kalmış, savaşların ve borçların içerisinde boğulan Osmanlı imparatorluğu modernleşme adı altında kendi hikâyelerini yazamadı pek tabii olarak.  

 

Ancak o dönemde, bir grup Osmanlı askeri ve bunların başında da Mustafa Kemal, zümrüttü Anka kuşu misali küllerinden doğan bir ulus yaratacağı inancı ile cepheden cepheye koşuyor, önce vatan diyorlardı. Suriye’den -Trablusgarp’a Çanakkale’den Diyarbakır’a kadar komutanlık yapan Kemal ATATÜRK her şeyden önce Anadolu halkını tanıyor ona güveniyor ve bir ulus yaratma fikrini yüreğinde ve beyninde taşıyordu.

 

Bu nedenle 19 Mayıs 1919 uluslaşma hareketi ve vatan topraklarının akbabalardan temizleneceği tarihinin başlangıcı olmuştur.1922 yılına kadar süren ulusal kurtuluş mücadelesi Cumhuriyetin ilanı ile ulusal, (geçtiğimiz haftada tesadüfen(?) Ayasofya’nın camiileştirilme günü oluveren) 24 Temmuz Lozan Barış antlaşması ile de uluslararası kabul edilirliği sağlanmıştır.       

 

İşte bundan sonra modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri değil evrensel tarihin kabul ettiği bizim destanımız yazılmaya ve yaşanmaya başlandı aslında Türkiye de tarih okumuş Malezya da İslam Üniversitesinde yüksek lisans yapmış sayın sözcü. Sayın İ. Kalın sizin Modernleşme başlığı altında başkalarının hikâyeleri dedikleriniz şunlar olmasın sakın.

 

“3 Mart 1924 Devrim Yasaları” dediğimiz 1. Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığının kaldırılması,2. Öğretimin Birleştirilmesi, 3.  Halifeliğin Kaldırılması Sanıyorum Araplaşmaya özenen ve dolayısıyla ümmetçiliği ve dini hükümleri yaşam felsefesi yapmış kişiler için hiç sevimli görünmeyen yasalar olsa gerek. Çünkü bu yasalarla Eğitim birliği sağlandı ve şeriat kuralları ortadan kaldırıldı. Kadınlara eşitlik hakkı verilirken, resmi nikâh zorunlu kılındı. Kadın- erkek eşitliğinin sağlanması ile kadının sosyal hayatta yeri ve statüsü oluştu.

 

Bu devrim yasaları mıdır modernleşme adı altında olan başkalarının hikâyeleri, Siz bu hikâyelerden kendinize bir pay alamıyor musunuz? Yoksa Dogmatik düşüncelerden uzak “Eğer bir gün benim düşüncelerim bilimle ters düşerse bilimi seçin diyen” ATATÜRK’ün modernleşmenin temelinde bağımsız düşünmenin yattığı gerçeğini ifade eden sözü ve uygulaması mıdır?  Başkalarının hikâyeleri.  Ya da siz bu hikâyenin hiçbir yerini kısmen akademisyen kimliğinizle sahiplenmiyor musunuz?

 Kul olmaktan vatandaş olmaya evirilmeyi sağlayan bu yasalar ile sizin istemediğiniz hikâyeler mi yazıldı.

 

Üç Devrim Yasaları ve peşinden gelen şapka devrimi, Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması, Harf devrimi, Kadınlarımızın dünyanın pek çok ileri ülkelerinden daha önce, belediye seçimlerine katılma, 1933 yılında muhtar seçme ve seçilme ve son olarak 1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmesi mi?  Sizin olmayan hikâyeler.

 

Ya da 1937 yılında din ile devlet işlerinin ayrılması ile İslam dünyasında ilk laik devlet olması mı? Modernleşme adı altında ki elin hikâyeleri

Yoksa akılcı, bilimsel, sanatsal ve laik eğitimle çağdaş bir toplum oluşturmayı hedefleyen genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 yıla sığdırdığı tüm bu modernleşme terminolojisini içeren atılımlarını başkalarının bir iki asra sığdırdıkları ile nasıl hikâye yazılabilir ki, düşüncesi midir? Size bu sözü söyleten.

Avrupalı devletler birbirinin kanını içerken, insanın insanlığından utandığı sahneler yaşanırken bilim insanlarını ülkemize davet edip üniversitelerimizde çalışma imkânı sağlayanlar sizce hikâye yazamadılar mı ya da “aç kaldınız ama babasız kalmadınız” diyenler Modernleşme adı altında başkalarının hikâyelerini mi yazıyorlardı. Sizin genleriniz bu hikâyelerin hiçbirini mi kodlamamış acaba

Eğitim devrimi ile “asıl savaşın şimdi başladığını ve en büyük savaşın cehalete ve gericiliğe karşı olduğunu” belirten Başkumandan Büyük Önder ATATÜRK’ün bu savaşı da çok kısa zamanda kazandığını, dünya tarihine Köy Enstitüleri modelini yazdırdığını ve ulusal kalkınmanın camiilerle, tekkelerle, zaviyelerle değil okullarla olduğunu da mı başkalarının modernleşme başlığı altında dinlemek zorunda kaldınız.

 

15 yıla sığdırılamayacak sanayileşme ve üretim modelleri ile oluşturduğu kalkınma planlamaları sonucu Osmanlıdan kalan tüm borçların ödenmesi yanın da açlık ve sefaletin önüne geçilmesi de anlaşıldı başkalarının hikâyesi sanırım.

 

Gelelim sizin daha yazamadığınızı belirttiğiniz hikâyelerinize  

Sayın İ.Kalın sizin hikâyeniz aslında 1950 den beri yazılıyor.1980 den bu yana en heyecanlı sayfaları yazıldı. Hem de Modernleşme adı altında olmayan.  Bakın çok ayıp! Bir tarihçi olarak bunu atlamamanız ve o sayfalara minnet duymanız gerekiyordu. Sizin kitap belli ki param pencik olmuş.                                                                                                                                                                                          Çünkü 150 yılın her türlü garip hikâyelerle donatılmış son 18 yılı yokmuş, yazılmamış gibi “artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” diyorsunuz.   

 

Yoksa Cüneyt Özdemir’e tweet attığınız gibi “Ne kast ettiğimi açacağım “mı diyorsunuz. Sizin camiada bu tip ifadeler en sık başvurulan yöntemlerinizden oldu. Yani ne dediğinin dediğini yeniden açıklama işi.  Valla ne dediğinizi bence sizde anlamış değilsiniz.

Fakat ekonomi, eğitim ve sağlık sizlerin bu gündem numaralarınızı artık yutamaz hale geldi.                                                                                                                        

Kral çıplak filan değil kral cıs çıpıldak ortada yuvarlanıyor.



ARŞİV YAZILAR