Ekmek, su, bir de virüs
Meseli, bir toplantı sırasında Mersin Valisi Sayın Ali İhsan Su anlatmıştı.
Büyük İskender, bir gün gemiyle dünya turuna çıkmaya karar vermiş. Fakat gemiye sadece gençleri alacakmış, yaşlılar hiçbir şekilde gemiye binemeyecekmiş.
Gemiye binecek olan gençlerden birinin babası bir yolunu bulup gemiye binmiş. Gemi yola çıkmış. Denizleri, limanları dolaşmaya başlamış.
Büyük İskender her gün gençlerle sohbet ediyor, eğleniyormuş. Gemiye gizlice binen yaşlı adam da, gemide olan biteni saklandığı yerden izlemeye çalışıyormuş.
Bir gün kötü bir haber vermişler Büyük İskender’e.
“Daha çok yolumuz var ama gemide hiç yiyecek ve su yok.”
Olan biteni saklandığı yerden izleyen yaşlı adam, oğlunu yakalamış ve ona günlerdir biriktirdiği ekmeği, suyu vermiş.
“Büyük İskender’e, ben her gün sofradan artanları toplayıp sakladım dersin” diye öğüt vermiş oğluna.
Genç adam, ekmekleri ve suyu İskender’e göstermiş ve babasının dediklerini tekrar etmiş.
Fakat İskender genç adama inanmamış.
“Bu aklı ancak bir yaşlı vermiş olabilir sana” demiş.
Sonuçta yaşlı adam gizlendiği yerden çıkmış. Verdiği önemli dersin hatırına İskender onu da, oğlunu da affetmiş.
***
Şimdi diyeceksin ki, bu mesel nereden aklına geldi?
***
Bu meselin bir zahiri, bir de batıni anlamı var.
Zahiri anlamı şu:
Koronavirüs belası büyüyor.
Türkiye’de devlet 65 yaş üstü kişilere sokağa çıkma yasağı uyguluyor.
Sokağa çıkma yasağını gerisinden anlayan kimileri yaşlıları adeta hedef tahtasına koyuyor; kimi dalga geçiyor, kimi sokağa çıkan yaşlıya su atıyor…
Kimileri yaşlıları toplumun sırtındaki yük gibi görüyor.
Salgın korkusu, ölüm korkusu, hayatta kalma endişesi yaşayan genç ve sağlıklı insan; yaşlıca ve biraz sağlık sorunları olan insanı kendine rakip olarak görmeye başlıyor.
Yaşlıyı dışlarken aslında bir bilgi, deneyim ve kültür birikimini de reddediyor.
Yaşlı ile bağını koparmış bir insan topluluğunun, doğaya uyum sağlaması mümkün mü?
***
Meselin batıni anlamı şu:
Dünyada ve Türkiye’de son 30- 40 yıldır bir liberalizm güzellemesi aldı başını yürüdü.
Yok dünya değişti, yok ekonomik paradigmalar değişti, yok devletler küçüldü, yok şirketler büyüdü, yok dijital dönüşüm dünyayı değiştirdi, yok sınırlar kalktı derken liberal ekonomi rüyasının sonuna gelinmişti çoktan.
Bu rüyanın bittiğini fark edenler de vardı ve ekseriyet hâlâ rüyadaydı.
Bir virüs geldi, o rüyayı bitirdi, dünyanın altını üstüne getirdi.
Özelleştirmeciliğin değil kamuculuğun, bireyleşmenin değil toplumsallaşmanın, aşırı serbestliğin değil korumacılığın, tüketmenin değil üretmenin, harcamanın değil biriktirmenin, şirketçiliğin değil devletçiliğin, piyasacılığın değil planlamacılığın, doğmanın değil bilimselliğin geçerli olduğunu gösterdi o virüs.
Meselde anlatıldığı gibi…
Gemide ekmek varken, su varken herkes oburca yer, herkes karnını şişirir, doyunca sofraya bir tekme vurur kalkar…
Gemide ekmek ve su kalmamışsa ne yapar?
Ülkeleri, dünyayı bir gemi gibi düşünürsen…
Vaktiyle neo liberal politikaların peşinde ağzı açık ayran delisi gibi koşan ülkelerin bugün hastalarını yatıracak yatak, hastalarına verecek oksijen makinesi bulamadığını, bulanların yetiremediğini dikkati nazara alırsan…
İnsanlığın kurtuluşu, geleceği nerede sence?
Yine yiyelim, içelim, satalım, özelleştirelim, şirketleşelim, piyasalaşalım, şımaralım, kibirlenelim mi?
Yoksa efendi efendi çalışıp, üretip, planlayıp; efendi efendi bölüşelim mi?