Yerel seçimlerde ilk kez birinci parti olma özelliğini yitiren AKP iktidarı bir süre sonuçlara inanmama gibi bir şaşkınlık yaşadı. İmdadına muhalefet partisinin iktidarla normalleşme(!) politikaları girdi. Bir “nefes alma, şoku atlatma süreci” diyebiliriz.
Kısa süren balayı döneminin ardından Saray Rejimi’nin en iyi bildiği iş kutuplaştırma, siyasete sarılarak düşman bellediği, kendisi gibi düşünmeyen herkese saldırmaya başlamasıydı. Hele hele emperyalist merkezlerde kotarıldığı anlaşılan, İsrail siyonizminin savaş hukukunu bile yok sayan saldırıları desteğinde cihatçı, selefi HTŞ 12 günde Suriye’nin egemen gücü haline gelince dış ve iç siyasette radikal dönüşümlere şahitlik eder olduk.
Hakkari’de başlayan kayyum atamaları DEM Partili Batman, Halfeti, Mardin, Tunceli diye devam ederken rotanın kent uzlaşısı politikalarıyla seçilmiş belediyelere kırıldığına şahit olduk. CHP’den Esenyurt Belediye Başkanlığına seçilen Ahmet Özer’in “terörist” sıfatıyla tutuklanıp yerine kayyum atanması ilk işaretti.
21 Kasım tarihli Seyirlik köşesinde şunları yazmıştım:
“Mersin halkı ikirciklidir. Oy vererek seçtikleri belediye yönetimlerinin otokritik siyasete kurban edilmesi endişesi taşımaktadır.”
Kehanet değildi elbette. Esenyurt kayyumunun Ahmet Özer’in koltuğuna oturmasının ardından MHP liderliği sırada Akdeniz ve Toroslar ilçelerinin olduğunu haykırıyordu. Çünkü Mersin, kent uzlaşısı siyasetinin başından beri uygulayıcı merkeziydi.
Rejimin saldırı politikalarına Mersin’in demokratik siyaset savunucuları elbette ses yükseltti. Ne var ki, sorunun asli muhataplarının kentimiz için yaklaşan tehlikeyi fazla da önemsemediği kanaatindeyim.
Kasım ayında görüştüğüm üst düzey bir DEM Parti yetkilisi, “Kayyum siyasetini gündemde tutmak doğru bir yönelim değildir. Akdeniz ve Toroslar’a kayyum ataması beklemiyoruz…” cümleleri kurabiliyordu.
Büyük olasılıkla, ekim ayında Devlet Bahçeli’nin başrol oyuncusu olarak sahneye çıkıp Kürt siyasetçilerin elini sıkıp “Barış” sözcüğünü üstlenmesi böylesi bir beklentiye neden olmuştur.
Toplumsal barış konusunda samimi olanların barış ile birlikte demokratikleşme, anayasal haklar, özgürlük kavramlarının da peşi sıra dillendirmesi gerek. Ne ki, Akdeniz Belediyesi eş başkanları tutuklanıp yerlerine kayyum atanırken Saray’dan “demir yumruk” nidaları yükseliyordu.
Akdeniz Belediyesine yönelik operasyonda o denli uyduruk gerekçeler var ki! Benzer operasyonlarda olduğu gibi gizli tanıklar başrolde. (Ne kadar gizli olduğu da su götürür.) Ama tutuklama gerekçeleri arasında CİMER’e yapılan başvurular oldukça ilginç. “Sayın Cumhurbaşkanım” diye başlayan şikâyetler, “Bunlar terörist… SMS yoluyla terörist topluyorlar… Yakıt parasıyla teröre finans sağlıyorlar...” vb. maddi temele dayanmayan, mesnetsiz iddialar gırla gidiyor. Bu trajikomik iddialar resmi kayıtlara geçebiliyor!
Beşiktaş Belediyesinde gerçekleşen operasyon işin boyutunu büyütüyor. Sırada başka belediyelerin olduğu genel bir kanı. Bir başka ortak görüş Ekrem İmamoğlu’na giden tünel kazıldığı. Yani Erdoğan’ın en güçlü rakibi olan kişiyi ekarte etmek çünkü İmamoğlu, Kürt siyasi hareketiyle uzlaşı siyasetinin önemli bir temsilcisi. “Önce bu güçlü rakibin önünü keseyim, sonra sırasıyla ötekilerin de hesabını görürüz…” anlayışıyla hareket ediyor.
Bahsettiğimiz uzlaşı siyasetinin geniş anlamda ve de tarihsel olarak kabul gördüğü merkezlerden biri de Mersin kuşkusuz. 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde “kent uzlaşısı” siyasetinin en önemli aktörü de Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’dir. Mimarı da diyebiliriz. Bunu doğru kabul edersek, Sayın Seçer’den süreçte daha aktif olmasını beklemek kendisine oy veren her yurttaşın hakkıdır diyebiliriz.
Kendisini “demokrat, ilerici, yurtsever, Mersin sever” vb. sıfatlarla tanımlayan herkesin önünde duran görev, Toroslar Belediyesini korumaktır.
İstanbul Barosuna dahi kayyum atağı yapacak denli gözünü karatmış rejime karşı işçi ve kamu emekçileri sendikaları başta olmak üzere tüm demokratik kitle örgütleri üyelerini seferber eder biçimde bu gidişata “dur” diyerek seslerini yükseltmelidir. Demokrasiyi dillerinde düşürmeyen siyasi yapılar, kanaat önderleri, basın kuruluşları koroya katılmalıdır. Bilinmelidir ki kayyumun önünde el ovuşturan beslemeler vardır.
“Sandıkta yeneceğiz” söylemleri yetersizdir, dahası Saray Rejimi her uygulamasıyla özgür seçim şartlarını yok etmektedir. Cesaret gösterip devranın elbet döneceğini, hesap gününün geleceğini bürokrasi dahil tüm sorumlulara söylenmelidir.