“Kimi gün öylesine yalnızdım,
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem ki beyaz bir kadındır, ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım!
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım…”
13 yıl önce bugün, 24 Temmuz 2011’de, İstanbul’da ayrıldı aramızdan. Ama ölmedi; yüreğimizde yaşıyor an be an, şiirlerinde, dizelerinde…
"Az sevme bilmiyorum ben. Çok sevdiğimdendir bu kadar incinmem." der ya hani, çok sevmelerin şairi…
Anne tarafından Tireliydi, hemşerim de ya; 8 Nisan 1970’de, İzmir’de bir şair doğdu. Öyle böyle bir şair değil hem. Hayatta kaldığı kısa süre içinde Türk şiirine damgasını vuran; Türkiye'nin en çok çiçek, anne, evlat ve kardeş sevgisi kokan şairi…
"Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım!
Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi.
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum" diyen, çiçekli şiirlerle acıyı yoğuran şair; bir İzmir baharında, Didem Madak...
*****
Didem Madak ki; annenin yokluğu gezinir dizelerinde, sanki yaşandığından daha fazla yaşanmış yüreğindeki içsesinde. Mutfaktaki, terliklerindeki yokluğu. Çok sevmelerin, sevinmelerin kadını olan; renk ahenk reçel kavanozlarını rafa dizen ama artık yaşamayan, ölüp gitmiş, yası tutulan bir anne vardır Ah’lar Ağacı’nda…
Annenin sevinciyle açılan ve yaşayan ev, kız çocuğun eğlenceli ve hülyalı, oyun dolu dünyasına sokar, satırlarını okuyanı. Kızın bebekle oynaması da anne çocuk ilişkisinin bir tekrarıdır. Yine sıcak, şefkat, derdini söyleme, meramını ifade etmeyle gelen barışla dolu bir anne kız dünyasını yineler:
Ya “Aşk diyorsunuz ya,
İşte orada durun bayım!
Islak, unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım;
Kendimin ucunda,
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan” dizeleri.
*****
Türkiye’nin dizelerinde en çok çiçek, anne ve evlat kokan şairi bakın kendini nasıl anlatıyor:
“Hayat hikâyelerine bayılırım. Ben toprağa 36 numara ayaklarıyla basan, biraz şaşkın bir kadınım. Yerde ne var? Yer boncuk! Gökte ne var? Gök boncuk! İşte ortasında ben varım.
(…) 13 yaşımdayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Fisun’du. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem hep bir şiir yazdım.
(…) Boşandıktan sonra bir bodrum katında yaşamaya başladım. İkide bir su basardı orayı. Ben de eşyaları bir kenara toplar, sabırla pis suyu boşaltır ve Tanju Okan’ın `Kadınım’ şarkısını mırıldanırdım. “Sevdiğim o kadın yok artık bu evde” pis su boşaltıp ev temizledikten sonra, sevdiğim o kadın olurdum ben yine. Kendimi iyi ve güçlü hissederdim. Çapkın hayâllerin çirkin ördeğiydim ben orada. Öyle çok mutlu oldum ve öyle çok acı çektim ki özgeçmiş falan hikâye, benim orada geçirdiğim üç yılda en özlü geçmişim saklı. Bir insanın hayatındaki en özlü şeyin, delirmek olduğunu fark ettim ben orada. Tam artık hayattan istifa edip, kendimi hepten asil sanacağım sırada oradan taşındım. Taşınmam gerekti. Kapıya kimin olduğunu bilmediğim şu iki dizeyi kurşun kalemle yazdım:
“Irmağımda başımın döndüğü yıllardı,
Geçtiğim her yerde benden bir şeyler kaldı…”
Sonra içime ve hatta dışıma kapandım. Küsmek gibi bir şey… Bir çeşit gölge fesleğeni… Bir çeşit olmayan hayat… Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım.
(…) Kedileri çok severim. Sokakta geçenlerde bir tane gördüm. Siyah, uzun tüylüydü. Göğsünde beyaz bir leke vardı. Bembeyaz, pos bıyıkları vardı. Aynı Nietzsche’ye benziyordu. Alıp eve getirsem, teyzem istemezdi herhalde. Üzgünüm, Nietzsche sokakta kaldı.
(…) Yürüyen merdivenlerden korkuyorum. Ben gideceğim yere kendim giderim. Ne münasebetle kayıp gidiyor onlar. Anlatabileceklerim şimdilik böyle, çok eğlendim teşekkürler!”
Biz sana teşekkür ederiz Didem Madak… Ne yaşadıysan onu yüreğinden damıtıp kaleme döktüğün için. Yazdıklarınla yüreğimize dokunduğun için hem. Yeri ve zamanı geldiğinde bize sığınacak dizelerle dolu bir dünya bıraktığın için.
*****
Şiirlerin, dizelerin; yokluğundan beri yorulmaksızın an be an kanat çırpan bir güvercin gibi havalarda, aforizmalarında her buluştuğumuzda…
"Anlatarak bitiriyorum hayatımı,
Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat.
Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma,
İsmini her şey koydum…
Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan;
Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım, yıldızlı bir gecenin…"
Kim bilir daha neler anlatacaktı ya, dar vakitlere sığdırdı onca şiirini. Kedilerden, muhabbet kuşlarından, çikolatadan, Pulbiber Mahallesi’nden, ahlat ağacından yana boldu lafları oysa!
"Kim bir şairi kırsa
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela…
Bilirim kim dokunsa şiire
Eline bir kıymık saplanacak…
Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman
Yorgunum oysa..."
Genç yaşına rağmen yorulmuştu artık. Bir hastalık geldi, bırakmadı yakasını. 13 yıl önce bugün, 24 Temmuz 2011’de; "Ölüm, çok iri bir sözcük değil bayım." diyerek, kolon kanserinden öldü Didem Madak... Artık aramızda değil; yitik bir zamanda, başka bir diyarda belki. Belki bizi bekliyor, tüm şiir yüreklileri…
Ruhun şâd olsun Didem Madak. Huzurla uyu. Anısına, Türk şiirine katkısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...