İLKAY ADALIOĞLU
İflas durumunda olan şirketlerin, borçlarını belli bir oranda ve vadede ödemesine ilişkin alacaklıları ile yaptığı ve mahkeme tarafından onaylanan anlaşma olarak tanımlanan konkordato, ticari hukukumuzda öteden beri yer alan bir uygulama ancak Türkiye özellikle son birkaç yıldır bu uygulamayı daha sık duyar oldu. Ünlü markalar, büyük şirketler konkordato ilan ettikçe ekonomi uzmanlarının ve hukukçuların gözü bir kez daha bu konuya çevrildi.
Bankacılık sisteminden, ekonomist Uğur Gündüz tarafından derlenen ve geçtiğimiz günlerde Dünya gazetesinde yayınlana verilere göre 2021–2023 yılları arasında toplamda yaklaşık bin 400 konkordato başvurusu yapılırken, sadece 2024 yılı içinde bu sayının bin 500’ü aştı.
2025 yılının ilk çeyreğinde ise 583 başvuru gerçekleşti. Bu da, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 177’lik bir artış anlamına geliyor.

“OLAĞANDIŞI BİR TABLO”
Mersin Üniversitesi öğretim üyesi, ekonomi uzmanı Prof. Dr. Erkan Aktaş, bu verilerin, “olağan dışı bir tabloyu işaret ettiğini” söyledi.
Aktaş, “Konkordato başvurularına ilişkin son rakamlar, eğer doğruysa, Türkiye ekonomisinin derinliklerinde biriken baskının artık yüzeye vurmaya başladığını gösteriyor. Bu dramatik artış artık sadece kuru bir veri değil; sahada, üretim zincirlerinde ve piyasanın her katmanında hissedilen bir ekonomik sarsıntının dışavurumu. Tıpkı deniz tabanında sessizce büyüyüp kıyıya vuran bir dalga gibi. Görülmezken birikir, fark edildiğindeyse artık çok geçtir. Son dönemde konkordato başvurularında rekor düzeyde bir artış yaşanıyor. Bu artış artık sadece istatistiksel bir veri değil; sahada, piyasada, üretim ve ticaret zincirinde hissedilen, derinden gelen bir sarsıntının habercisi. Ekonomik sıkışıklık önce mikro işletmeleri vurdu. Ardından küçük ve orta ölçekli işletmeler dalganın etkisine girdi. Şimdi ise büyük firmalar dahi bu sarsıntıdan kaçamıyor. Önce fark edilmiyor; sonra önüne ne gelirse süpürmeye başlıyor” dedi.
“KÜÇÜK ÜRETİCİ VE TEDARİKÇİLER, BU SÜRECİN EN KIRILGAN HALKALARI”
“Alım gücünün bu kadar düşürülmesi ve efektif talebin daraltılması, bazı kesimlere kısa vadeli bir rahatlama gibi görünmüş olabilir. Ancak bu sahte sükûnetin bedeli ağır oluyor” diyen Prof. Dr. Erkan Aktaş, “Küçük üretici ve tedarikçiler, bu sürecin en kırılgan halkaları. Alacaklarını tahsil edemeyen, üretimi ve nakit döngüsü bozulan bu gruplar, şimdi birer birer sisteme yük olmaya başladı. Bu da bize domino taşı etkisiyle hızla büyüyen bir sorunun varlığını işaret ediyor. Konkordato, özünde borçlu ile alacaklı arasında adil bir yeniden yapılandırma aracıdır. Ancak bugün, bazı firmalar tarafından yalnızca zaman kazanmak için kullanılıyor. Bu durum konkordatonun ruhuna aykırıdır ve özellikle alacaklıları mağdur etmektedir. Tedarikçisini ödeyemeyen şirket, zincirleme şekilde başka firmaların da batmasına neden olabiliyor. Piyasanın güven duygusu, bu istismarlarla ciddi biçimde zarar görüyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, sadece bir iflas meselesi değil. Bu, üretimi, istihdamı ve ekonomik güveni tehdit eden çok boyutlu bir kriz halini almıştır” ifadelerini kullandı.
“YANLIŞ TEŞHİS DEVAM ETTİKÇE DE KRİZ DERİNLEŞİR”
İç talebin yerle bir olduğunu, yüksek enflasyon ve yüksek faize rağmen TL’nin hâlâ aşırı değerli kaldığını ifade eden Aktaş, “Bu durum ekonomi literatüründe nadir rastlanan bir paradoks oluşturuyor. Bu tablo sürdürülebilir değil. Eğer bu gidişat kontrol altına alınmazsa, çok büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalabiliriz. Belki de yakın tarihimizde böylesine yaygın ve derinlikli bir krizle hiç yüzleşmedik. Bu nedenle konkordato süreci amacına uygun işletilmeli. Kötüye kullanım kesin biçimde önlenmeli. Alacaklıların korunacağı yeni yasal mekanizmalar oluşturulmalı. Küçük üretici ve tedarikçi zinciri desteklenmeli. Ekonomide güveni tesis edecek yapısal önlemler gecikmeden alınmalı. Başta asgari ücretliler ve emekliler olmak üzere ücretler artırılmalıdır. Çünkü talep olmadan üretimin de ayakta kalması mümkün değildir. Ancak bu düzenlemelerin sağlıklı işlemesi için elimizde sağlam, güvenilir ve şeffaf enflasyon verileri olmalıdır. Zira yanlış veriyle doğru teşhis konulamaz; yanlış teşhis devam ettikçe de kriz derinleşir” dedi.
