“BEYNELMİLEL” SAINT PAUL | Güney Gazetesi Mersin

 “BEYNELMİLEL” SAINT PAUL

 “BEYNELMİLEL” SAINT PAUL


Röportaj: BÜLENT UFUK ATEŞ

 

Hazreti İsa Hristiyanlığın kurucu peygamberiyse, Tarsuslu Saint Paul dünya ölçeğinde yayıcısıdır. Hristiyanlık âleminde en önemli aziz olarak anılır. Bu nedenle Tarsus kutsaldır, hac merkezidir.

*

Ümit Yaşar Oğuzcan Tarsus’ta doğmuş, büyümüş, Türkçenin en önemli şairleri arasına girmiş edebiyatçı kimlik. İlerleyen yaşlarında hayatını İstanbul’da sürdürse de “aşkın ve hüznün şairi” sıkça geldiği doğduğu kentten beslenmiştir.

 

*

Adıyamanlı Sırrı Süreyya Önder’in yolu da bir ara Tarsus’a düşer. Türkiye sinemasının en önemli yapıtları arasında yerini alan Beynelmilel filmini Saint Paul ve Ümit Yaşar’ın gezdiği sokaklarda, yaşamlarını sürdürdükleri mekânlarda çeker.

Kızılmurat Mahallesi 12 bin yıl boyunca kesintisiz toplumsal, sosyal yaşamın sürdüğü mahallelerden biri. Bir yanında kutsal Saint Paul Kuyusu, yanı başında restore edilen yüzlerce yıllık Tarsus evleri… Daha çok da birbirine yaslanarak yıkılmamaya çalışan, zamana direnen taş, ahşap yapılar. Dar sokaklarda ilerlerken aniden önünüze çıkan küçük meydanlar.

Gizemli gezintinize devam ederken gözünüze “Saint Paul Cafe” tabelası ilişir. Bu sac levhayı takip ederseniz yeşillikler arasında, çıkmaz sokağa sığınmış, otantik yapısını korumaya çalışmış “Cafe”ye ulaşırsınız. İşte burası üç ismin kesişim noktasıdır diyebiliriz.

*

Turizm Oscar’ı sayılan “Golden Apple” ödülü bu yıl Tarsus’a verildi. Uluslararası bu ödül kentimize yönelik turizmi hareketlendirdi. Bu akıma uyan Avrupalı misafirlerimizin arasından geçerek mekâna dalmış oldum. İlk sürpriz işletme sahiplerinin Oğuzcan soyadını taşımalarıydı. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yakın akrabaları (yeğenleri) Hikmet ve Hasan Oğuzcan kardeşlerle tanıştık. Duvarlarda Ümit Yaşar görselleri, şiirleri asılı. Yanı sıra kent kültürünü yansıtan çok sayıda obje.

 

 

Yeğen Oğuzcanlar ile yaptığımız sohbette, hemşehrimiz şairin 12 yaşına dek burada yaşadığını, İstanbul yıllarında ise kentine geldiği zamanlar şimdilerde kafeterya olan bu aile evinde kaldığını öğreniyorum. Bina 2005 yılında ticari işletmeye dönüşmüş.

Amatörce tiyatro ile uğraşan Hikmet Oğuzcan, amcazadelerinin adını yaşatmak amaçlı şiir dinletilerinde onun sanat anlayışını konuştuklarını dillendiriyor. Ardından ekliyor: “Ümit Yaşar’ın bestelenmiş çok sayıda şiiri var bilindiği gibi. O şarkıların seslendirildiği etkinlikler düzenliyoruz. Bazen de derneklerle ortaklaşarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.” Bir sitemle devam ediyor: “Bu kentin Ümit Yaşar Oğuzcan’a borcu var ve bugüne dek ödenmedi. Onun anısını yaşatacak bir müze oluşturulmasını, kent yöneticilerine defalarca ilettik. Eski Tarsus evlerinden biri restore edilerek Ümit Yaşar adına tahsis edilebilir. Bizler, ailesi olarak her türlü desteği vermeye hazırız.”

 

 

 

BEYNELMİLEL SOHBETLER 

 

Mekânı ziyaret etmeden önce defalarca izlediğim Beynelmilel’in buralarda çekildiğini biliyordum. Tarsus’ta yaşadığım yıllarda olsun, başka kentlerde yaşadığım dönemlerde kentime yaptığım ziyaretlerde kimi zaman amaçsızca, çokça da yeniden keşif duygularıyla dar sokakları arşınlamışımdır. Devam eden bu gezilerimde geçmişimi ararken kentin yeni kaba yüzüyle karşılaştırıyorum, elbette eleştiriyorum da. Yani salt nostalji amaçlı değil. Bu kez Sırrı Süreyya Önder, Cezmi Baskın, Erdal Gülver, Dilber Ay, Özgü Namal, Meral Okay, Oktay Kaynarca ve bahsettiğim baş yapıtta yer alanların ayak izlerini takip ediyorum.

Hikmet Oğuzcan’la sohbetimizi Beynelmilel üzerine yoğunlaştırdık. Film yapımcıları mekân ararken buluşurlar ve çekim süresince alt kat kulis, üst katlar ise dinlenme konaklama amaçlı kullanılır.

Mekânı gezerken üzücü bir tabloyu Oğuzcan kardeşlere eleştiri olarak dile getirdim. Bahçesinde ya da üst katlarda filme ait tek bir görsele rast gelmedim. Dilerim bu eksikliklerini giderirler.

Öncelikle “Sırrı Abe”yle ilgili anılarını anlatmasını istedim.

“Sırrı Bey gerçek bir halkla ilişkiler uzmanıydı. Sokakta vatandaşlarla diyaloğa girer, halka dokunurdu. Zaten kenti ve mekânı gezince o karar verdi lokasyon için.”

Ardından yönetmenlik tarzını sorduğumda “Adıyaman ağzıyla, oyunculara ve figürasyona nasıl oynayacaklarını, nerede durmaları gerektiğini, bedenlerini nasıl kullanacaklarını ayrıntılı olarak anlatırdı.” yanıtını aldım. Hikmet Bey, Önder’in Tarsus’a özel ilgi gösterdiğini söylerken özel bir anıyı da aktardı:

“Kızı Ceren sete ziyarete gelmişti. Bu arada biz Tarsus ve sanat üzerine sohbet ediyorduk. Kızının seslenmesine, ‘Kızım bir dur, şurada iki laf ediyoruz.”

 

*

Dilber Ay’ı şarkıcılığı ve oyunculuğuyla özel bir karakter olarak görmüşümdür. Onu soruyorum be kez: “Gecenin ilerleyen saatinde şalvarlı bir kadını mekânın girişinde oturur gördüm. Mahalle sakinlerinden sandığım için ne aradığını sordum. Kendini tanıtmak amaçlı o çok bilinen şarkısını söylemeye başlayınca bende jeton düştü.” Öyle ya; “Hacıyı da çarşıya göndermişem”şarkısı Dilber Ay sesinde dillere pelesenk olmadı mı?

Türkiye tiyatrosu, sineması, dizilerinin üretken oyuncu ve yönetmeni Cezmi Baskın ile yaptığı sohbetlerin genellikle tiyatro üzerine olduğu anlatan Oğuzcan, usta sanatçının Tarsus’un önemli bir kent olduğunu hep vurguladığını ekliyor.

İki yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız Tarsus’un yetiştirdiği önemli tiyatro ve sinema sanatçısı Erdal Gülver için ayrı parantez açmak amaçlı soruyorum bu kez. Gülver’in de kurucuları arasında olduğu ve yetiştiği Tarsus Meydan Sahnesi’nin ayağa kalkması için her türlü desteğe hazır olduğunu vurgulamış.

“Daha sonra temasınız oldu mu?” soruma yanıtı:

“Ölmeden bir yıl önce Çamlıyayla’da karşılaştık. Moralini oldukça bozuk gördüm. Aileden kalma yayla evi vardı. Su şebekesiyle ilgili sorun olmuş. Çözmek için Bursa’dan kalkıp gelmiş…”

Söyleşimizi çekimler boyunca oluşan ortama, ilişkilere, kısacası “hava”ya kaydırdım. Anlatılardan çıkardığım sonuç şöyle: Halk çekimleri ilgiyle takip ederken set düzenini bozmamak için uyarılara harfiyen uyar. Hatta ücretsiz figüranlık yapar. Bu durum, Sırrı Süreyya Önder’in ne denli halktan biri olduğunu, iletişiminin gücünü özetler.

Bu arada filmin çekim yılı olan 2006’da genç bir başrol oyuncusu Özgü Namal’ın en çok makarna ve yoğurttan oluşan menüyü tercih ettiğini, özlemle andığımız Sırrı kardeşimizin ise bolca kahve tükettiğini öğreniyoruz.

Söyleşinin sonuna yaklaştığımızda Oğuzcan kardeşlerin dileğini iletmek borç ödeme sayılsın: “Burasını salt ticarethane olarak düşünmüyoruz ve ayakta tutmaya, yaşatmaya çalışıyoruz. Kent yöneticileri ve toplumsal dinamiklerin göstereceği dayanışmayla Tarsus’un hafızasının bir bölümünü olsun daha canlı yaşatır ve geliştiririz…”

*

 

 

ŞİİRSEL YAŞAMLAR

Hoşgörünüze sığınarak röportajın üçüncü, son bölümünde öznel düşünce ve duygularımı paylaşmak istedim.

Binanın odalarını gezerken Ümit Yaşar’ın henüz 4 yaşındayken mangala nasıl oturduğunu, 5 yaşında 20 basamaklı merdivenden yuvarlanarak ayağını kırmasını hayal etmeye çalıştım. Çocukluğu ve gençliğinde çok sayıda hastalık geçirmiş bir insanın ruh halinin nasıl şekillendiğini düşündüm. En büyük travması ise büyük oğlu Vedat’ın 1973’de intiharıdır. Kendisi de 3 kez intihar girişiminde bulunmuş bir babadan, insandan, şairden bahsediyoruz.

Sanatçı kişiliğinin oluşmasında, devlet memurluğunun yanı sıra gazetecilik, yazarlık, kitapçılık ve matbaacılık yapmış Lütfi Oğuzcan’ın etken olduğu muhakkak.

“Benim hayatım roman değildir. Baştan başa şiirdir benim hayatım, şiirdir ve aşktır.” diyen bu büyük edebiyatçının geçirdiği şiirsel serüveni anlamaya çalıştım. Aşk şiirleri ile ünlenip rubailer yazan, dizelerinde melankoliye varan duygusallıklar damıtan, hiciv ve yergiyi ustaca kullanmış bir şairi tanımak…

 

 

Duvarda asılı fotoğrafına bakarken şu ünlü dizelerini duyar gibiyim. Bu odada yazmış olabilir mi platonik aşkını!

 

“Ben bir Ayten’dir tutturmuşum oh ne iyi

Ayten’li içkiler içip

Sarhoş oluyorum ne güzel

Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin

Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor

Şarkılar söylüyorum şiirler yazıyorum

Ayten üstüne

Saatim her zaman Ayten’e beş var

Ya da Ayten’i beş geçiyor…”

*

 

12 EYLÜL ANLATISI

 

Beynelmilel’in doğum, oluşum izlerini arıyorum sokaklarda. Aynı zamanda 12 Eylül faşizmini. Dram ve güldürüyle bu dönemi anlatmıştı ya! Her tarafta Kenan Evren posterleri… Muhbir vatandaş köşeden beni izliyor hissiyatındayım. Alt rütbeli subayların bile usandığı dönemin milli şarkısı “Türkiyem Türkiye’m”in tınılarını duyuyorum.

Sevgili Sırrı Süreyya, senaryoyu kalem alırken yarattığı karakterlerden genç devrimci Haydar’da biraz da kendini anlatmıştır kanısındayım. Kendisinin oynadığı Servet, kardeşi Haydar’ı tokatlar. Ardından şu repliğe yer verir: “Senin halkının çok tokadını yedim. Onun için sana o tokadı vurdum.” Çünkü Haydar, halkın cuntaya karşı gelerek ayaklanacağını savunurken, “Devrimciler ölümle nişanlıdır” romantikliğindedir.

Devrimci olanlar dahil, birçok babanın çocuğunu koruma refleksiyle benzer uygulamalarına nicelerimiz muhatap olmadı mı?

Abuzer’in (Cezmi Baskın), kızı Gülendam (Özgü Namal) ile yaşadığı evin sokağına dalıyorum. Filmde geniş avlusu, iki katlı haliyle tanıdığımız bina yangın geçirmiş ve virane kaderine terk edilmiş. Oymalı, ahşap kapının yerine demirden imal, çirkin bir başkası kondurulmuş. Benzerini başka tarihsel binalarda da görmek yüreğimizi sızlatıyor.

Özür dileriz Ümit Yaşar,

Özür dileriz Sırrı Süreyya,

Özür dileriz Tarsus.