BENİM HAZİNEM
Yemeğin ortasında, uzun bir otobüs yolculuğunda, bazen de uykuya dalmadan önce ansızın yakalar. Kalbimin kırık parçalarını birleştirdiğimde en çok kabul etmek istemediğim bir gerçeğe götürür beni. Önce ‘geçmişe gidelim’ der. Elimden tutar, şarkılar söyler. Ki çok güzel şarkı söyler. Söyleyemedikleri konuşmadıklarını merak ediyorum ama en çok. Çok özlediğim babaannemin yerine bugün onu ben anlatmak istiyorum. Birisini kaybettiğinizde size zaman sunarlar hemen. Acınızı özleminizi kederinizi de sınırlandırmak isterler. “Zamanla geçer” derler. Öyle midir gerçekten? Özlemek için biçilen saatler haftaların tersine onun önüne günlerin de, yılların da geçemediğini biliyorum. Tam tersi özlemin azalmak gibi bir derdi de yok. Azalmak bir kenara gün geçtikçe kırılan kalbiniz sizi daha da içine çekerek bu hüznü yanınıza da ekliyor. Attığınız her adım kadar yakın, peşinizde.
Ailemde birçok kişinin kendine özgü karakterleri var. Bunlardan en belirgini, tanışan herkesin de fark edeceği özellikleri “konuşmak” olduğu için onları anlatmaya çoğu zaman gerek de kalmıyor. Zaten bende sesi çıkanlardan çok arka tarafta gizlenen hazinelerle ilgileniyorum. Konuşmayı çok seven bir aileden geldiğim için anlatmaktan çok dinlemeyi seviyorum. En çok da daha yakından tanıyamadığım, kaçırdığım insanları düşününce güneşli havayı kara bulutlara teslim ediyorum. Çocukluğumun en güzel yerinin sahipleri aslında bir değil iki kişi. Dedemi de anmadan geçmek istemiyorum. Dedemin bu hayattan erken sıkılıp bizi arkada bıraktığını hemen hemen her gün düşünüyorum. Abartmıyorum. Tarifi zor hislerin bir kenarında onun ölümüyle de baş etmeye çalışıyorum. Bazı ansızın anlardan bahsetmiştim. Bazen yemek masasında oturmuş sadece yemek yeme hayaliyle geldiğim çoğu gün, ‘dedemi neden çok erken kaybettik?’ derken buluyorum kendimi. Bu sorunun verilecek bir cevabı da yok üstelik. Her sorunun bir cevabı da olması gerekmez. Bunun da farkında olarak ben onu düşünmeye ve özlemeye devam ediyorum. Babaannem ise hayatımdaki kapalı kutu. Ailede en çok benzemek istediğim kişi. Eminim gören herkes de öyle düşünecektir ki çok güzel bir kadındı. Kendimle gururlanmak istediğimde babaannemle benzerliklerimizi getiririm aklıma. Gururun yanına mutluluk da eklenir. Bu güzel kadını size anlatmak istediğimi söyledim ilk başta. Sonra düşündükçe durmaya başladım. Ben ne kadar tanıyorum onu? Bu yaşımda karşılaşsak neler konuşurduk? Nelerden hoşlanırdı? Ailenin gizli kalmış kişileri vardır. Benim ailemde gizli kadın kahramanlar var. Genç yaşta evlenen, evin içinde kaybolan iki gizemli ruh. Bunlardan birisi de anneannem oluyor. Tahmini zor değil. Seslerini duyurmak istediğim kadınlar onlar. Hayallerinden hiç bahsetmişler miydi mesela? Bunu sadece yaşayan kadınlara değil çok uzaklardaki kadınlara da sormak isterdim. Gözümü kapatıp hayal ettiğimde bir ev ve bunun içinde güzel yemekler yapan bir kadın buluyorum sadece. O evin içinde tek başına. Bu düşüncenin gerçekliği gözlerimi hemen geri açtırıyor. Böyle bir anın içinde takılı kalmak istemiyorum. Onun bu küçük yalnız andan daha fazlası olduğunu biliyorum. Aklınıza özlemin gelmediği bazı günlerde kendinizi daha iyi hissedersiniz. Zorundasınızdır. Kendinizle kaldığınızda itiraf etmeniz gerekir sadece. En çok da kendinize itiraf etmek zor olsa da birilerine yaslanmak istersiniz. Böyle günlerde aklıma hemen babaannem düşer. Konuşamadıklarınız en çok üzdüğü gibi bazen de sadece sessizce durmak istersiniz. Duygularınız, hatıralarınız arasında bir taraftan bir tarafa koşturursunuz. Yavaş yavaş silinen yüzler, isimler ve unutulan anılar da eklenince eksik günlerimin sessizliği de giderek büyümeye başlıyor. Ne yetişebiliyorum ne de durdurabiliyorum. Konuşmadıklarımızın sesi siz ne kadar duymak istemeseniz de hep oradadır. Gözünüzü kapatıp bir anı düşünmek kadar yakın.
Babaannem hep şarkı söylese ben de sadece yanında otursam. Seni çok özlüyorum.