Dijital günlük
Şimdiki zaman dijital ise benim çocukluk yıllarım manueldi.
Klişe nostaljik güzellemelere girmek istemem ama tebrik kartlarının, jetonlu ankesörlü telefonların, tek kanallı televizyonların, en lüks arabanın ise Renault Flash olduğu dönemdi.
Babamın ve öğretmenimin yönlendirmesiyle uzun bir süre günlük tuttuğumu hatırlıyorum.
Janjanlı defterlerin rüyamızı süslediği zamanlardı işte.
Bir hafta otobüse binmekten feragat ederek ancak ulaşabilmek mi yoksa o defteri o kadar değerli kılardı bilmem?
Sonra baktım ki bu günlük denen şey, annemden kötek, kardeşlerden şantaj meselesine dayandı. Bıraktım.
Yararını tam bilmem ama zararını çok gördüm anlayacağınız.
Şimdiki zaman dijital kesinlikle.
Günlükler ise sosyal medya.
Teyzemin apartmanında Deli Aysel dedikleri bir kadın vardı.
Namını da hak ederdi. Arada çıkardı apartman boşluğuna saydırır dururdu hayata.
Meğer bugünün koşullarında tweet atıyormuş.
Teknoloji güzel şey tabi ki. Bir defterin sunamayacağı birçok özelliğe sahip. Mesela facebook paylaşım mecrasında en sevdiğim 'bugün hatırlamak isteyeceğin anıların...' kısmıdır
8 yıl öncesine kadar uzanıyor face geçmişim.
Açılan pencereden geriye göz atınca aslında insan kendini de gözden geçiriyor.
Bazısı fazla melankolik, kimisi gereksiz kişisel, çoğu safça geliyor.
Ve lüzumsuz özgüvenli.
Her an bir yerlerden fotoğraf paylaşmalar sanki sosyal medya alemi beni merak ediyormuş gibi zırt pırt paylaşım yapmalar...
Hani kıytırık hesaplarımızın Pentagonca takip edildiğini, kuzenlerle çekilmiş yazlık fotoğrafının CIA tarafından takip edildiği sanrısına kapılanlar var ya?
Öyle bir özgüven demek ki!
Ve dünyanın bu denli berbat bir yer olduğunu henüz fark edememişim belli ki.
Şarkılar, şiirler, göndermeler, sitemler,
Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk'ten inciler...
Aslında şimdi bakıyorum da o yüksek perdeden ifadeler, ergen atarlanmaları, kendini dünyanın merkezi zannetmeler falan insanın kendi yolculuğunda geçirdiği evrelerden biriymiş.
Komik veya salakça gelse de bugünden baktığında öyle.
Ha tabi şimdi de atar gider yaşıyorum ama bunu orda belirtecek kadar önemsemiyorum diyelim.
Yaş aldıkça gel geç duygularına kafayı takmamayı öğreniyor insan sanırım.
Neyse işte bu 'hatırlamak isteyeceğin anılar' penceresinde bol bol siyaset içerikli paylaşımlarımı da anımsamış oluyorum.
AKP'nin parlak yıllarında, henüz 'tek adam' değilken liberallerin ve yetmez ama evetçilerin amma lincini yemişiz.
Darbeyle hesaplaşacağız ayağına orduyu tasfiye ederken "laikçi ablalar, endişeli teyzeler, noldu kafanı mı kapattılar?..." demeler.
Ohoo daha neler neler...
Ha bi de şunu yazmışlar en çok " darbeci!!!"
Ve en sevdiğim " Ya siz niye her şeye karşısınız?"...
'Çıraklık' döneminde inceden tv ve her türlü iletişim organından proje yapımlar pompalanmaya başlamıştı.
Toplum yoğun zehirli gaza maruz kalıyordu.
Aile dizileri, sanat programları, sabah müzik kuşakları, sanat-komedi içerikleri ufaktan yerini proje mafya yapımlarına bırakmıştı.
Perihan ablalar, süper babalar, kapıcı Caferler, Meraklı Melahatler gitmiş yerine Polat Alemdarlar, ağalar, hanım ağalar, figüran kurşun askerler gelmişti.
Hikayeler artık mütevazı mahallelerde, müstakil evlerde yaşanmıyordu bu yeni dünyada.
Yalılar, villalar, konaklar, plazalar yerleştirilmişti.
Hiç çalışmadan akşama kadar 5 kıyafet değiştiren aşırı süslü kadınlar, aşırı zengin herifler gelmişti.
Yıllarca fara tutulmuş tavşan gibi toplum bunları izledi.
İzledikçe aptallaştı.
Yani başından beri çok iyi tasarladıkları algı operasyonu da böyle böyle başladı.
21 yılda bu çürümüş toplumun net yüzü ise Dilan Polat sayesinde kanlı canlı karşımıza dikildi.
Abide gibi.
Herkesin aksine ben kızıp öfkelenmiyorum kendisine.
Çürümüşlüğümüzün dayandığı iğrenç nokta başka türlü anlatılamazdı.