Şifa Niyetine
Yazmak dertleşmek gibi şifalı bir duygu bırakır ruhuma.
Ilık bir his.
İnsanın içindeki zehri alır gibi.
Bu kadar zincirleme doğal ve doğal olmayan felaketlerle çerçevelenmişken şifa kelimesini yazmak hatta seslendirmek bile iyi geliyor.
Aynı zaman diliminde ne çok sorunla uğraşıyoruz bir düşünsenize.
Ekonomik kriz buhrana ötesi yıkıma dönüşmüşken yangın, deprem ve her türlü yıkıma karşı ayakta kalmaya çalışıyoruz.
Yetmezmiş gibi kutsanmış cehaletle mücadele ederken çağımızın karton kahramanlarının çatışmalarına tanıklık ediyor, örgütlü kötülük akımına kapılmamaya gayret ediyoruz.
Hani "ayakta vurulanların kadim acımasız toprakları" demiş ya yazar?
Aynen öyle.
Bu zaman diliminde yaşananları konu edinen film yapılsa abartı denir, akıl dışı bulunur.
Dünyada bu kadar sorunla aynı anda mücadele etmek zorunda kalan başka bir ülke var mı bilmiyorum.
Ayrıca hiç sanmıyorum.
Eskiden fıstık gibi dertlerimiz varmış meğer.
Pazartesilerini dert edinip başına sendrom eklemişiz. Sonbahara hüznü yakıştırmış tatil dönüşlerini milli sorun sanmışız.
Yani dertsiz başımıza dert icat etmişiz.
Olmaz ya eğer bir gün bu memlekette de işler yoluna girer de yaşam normale yakın akmaya karar verirse ne tatil dönüşleri bizi mutsuz edebilir ne pazartesiler ne de sonbahar.
Evelallah hepsine idmanlıyız cümleten.
*
Yapılan sayısız araştırma ortaya koymuş ki her yüzyılda bir görülen salgın hastalık felaketinden yaklaşık iki yıl sonra kitlelerde psikolojik sorunlar başlamış.
Gazetelere en çok ' çıldırdı ' başlıklı haber geçilmiş.
Tıpkı bugün gibi.
Doğal afetlerin biri gelip biri geçerken dışarıda da gereksiz asabiyet, lüzumsuz saldırganlık ve mantık üstü pahalılık yüzünden eve canımızı zor atıyoruz.
Bu da yetmezmiş gibi haberler kasvetli, siyaset şiddetli, magazin saldırgan, sosyal medya linçli, diziler dertli, kuşak programları bastırılmış cinsellik yüklü.
Kalabalık arttıkça yalnızlık büyüdü.
İnsan iyice kendi içine sıkıştı.
Kimsesizlik hissi o kadar derinleşti ki fark edilmek için skandal yaratmak tek çare oldu.
Sadece bilinir olmak yetti. Nasıl bilindiğinin anlamı kalmadı.
Çok bağıran kendini görünür saydı.
Meydan küsen, yanlış anlayan, saldırgan, iletişim becerisi geliştirememiş, bencil, dikkati dağınık tiplere kaldı.
Sakin kalabilmek yaşamsal sorumluluğa dönüştü.
Şikayet, ötekileştirme, kavga, linç sıradan hale geldi.
Ağzımızın tadı iyice kaçtı.
Zevklerimiz, kutlamalarımız, kahkahamız hepsi yarım kaldı.
*
Yazmak bir tür içini dökmek, dertleşmek ise terapi niyetine Behçet Necatigil'den enfes bir şiir bırakalım sayfaya:
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.