Bugün günlerden DENİZ, YUSUF, HÜSEYİN…
Bugün günlerden 6 Mayıs…
Kimine göre sıradan bir gün.
Ama, bizler için öyle değil.
Bizim için bugün günlerden DENİZ, YUSUF, HÜSEYİN.
Üç Fidan’ın kahpece idam edilişlerinin 49. Yılı.
Unutuldular mı?
Unutulmazlar ve de unutturamazlar!
İki gündür medyada ve sosyal medyada bir furya.
“20’li yaşlar akımı!”
Herkes 20’li yaşlarındaki fotoğraflarını paylaşıyor.
Medya özellikle siyasetçilerin fotoğraflarını yayınlıyor.
Maşallah, hepsi de çakı gibi delikanlı veya fidan gibi genç kızmış!
Yalnızca o kadar.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ise 20’li yaşların üstüne çıkamadılar.
Çünkü, onlar gencecikken bu ülke için darağacına yürüdüler!
Hem de korkusuzca!
Üçünün de darağacına yürürken başları dikti!
Üçü de yurtseverdi...
Arkadaşlarıyla birlikte emperyalizme karşı savaşım vermişlerdi!
Kendileri için değil, yurdum insanı içindi savaşları.
Ezilen, sömürülen olmasın istiyorlardı!
Yurdum insanı kardeşçe huzur, barış içinde yaşasın ve herkes emeğinin karşılığını alsın…
Devletin güvenlik güçlerine tek bir kurşun bile sıkmadılar.
Ama, sırf siyasilerin inadı uğruna darağacına gönderildiler.
Amaç belliydi;
Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun intikamını almak!
Nasıl bir kindi bu?
Anlamak çok güç!
Üç Fidan, Bağımsız bir Türkiye için ölüme gözlerini kırpmadan gitti!
Onlar VATANDAŞdı, yatandaş değil!..
Türkiye aslında yatandaşlarla doludur.
Yatandaşlar mezarlıklarda yatanlar değildir!
Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen sözüm ona insan görünüşlü yaratıklardır!
Deniz, Yusuf, Hüseyin mi?
Onları biz değil tarih anlatıyor ve anlatmaya devam edecek.
Deniz’i biraz anlamak için ölmeden önce babasına yazdığı son mektubu okuyalım yeter;
“Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.
Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.
Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağını inanıyorum.
Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul´a götürmeye kalkma.
Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.
Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…
Oğlun Deniz Gezmiş
6 Mayıs 1972, Merkez Cezaevi”
Deniz, Hüseyin ve Yusuf’suz 49 yıl geçti…
“Türkiye’de ne değişti?” derseniz.
Her şey tepe taklak!
Gel de Denizleri arama!
Arasak da bulamayız ya!
O zaman Üç Fidan’ı Can Yücel üstadın şu dizeleriyle analım;
MARE NOSTRUM
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!