Bolu Kartalkaya’da “taammüden cinayet” diyebileceğimiz yangın faciasıyla ilgili haberleri televizyon ekranlarından takip ederken sorumluların ip gibi yan yana dizildiklerini gördüm. Bu görüntü, cinayet romanlarında “katiller mutlaka cinayet mahalline gelir” savını anımsattı.
Belleğimizi yoklayalım, Soma Maden Ocağında 301 işçinin yaşamını yitirdiği toplu cinayet örneğinde olduğu gibi yakın tarihte meydana gelen onlarca olayda failler benzer biçimde gazetecilere poz vermedi mi? Ardından cenaze namazlarına katılıp dua ettiler, timsah gözyaşlarıyla vefat edenlerin yakınlarını teselli (!) ettiler.
Siyasetçi kılıklı bu failler, her olayda aynı kalemden çıkmış sözleri yineleyerek, “Suçlular en kısa zamanda adalet önünde hesap verecek…” laflarını geveledi. Sonuç hep aynıydı; cinayetlerin birinci dereceden sorumlusu işletme sahip ve sorumluları en kısa zamanda serbest kaldı. Sonucun benzer olacağından kuşkusu olan varsa beri gelsin. Belki en az sorumlu olan birkaç piyon bir müddet içeride tutulur.
On ciltlik distopik romanı okur gibi hissediyorum. Yangın, sel, deprem, toprak kayması, göçük vb. olaylarda binlerce yurttaş yaşamını yitiriyor. Rejim sözcü ve sahipleri ya bunların fıtrat gereği olduğunu söylüyor ya da suçlayacak başka birilerini buluyor.
Bir başka sav ise, “İnsanlar yaşamını yitirmiş, acı milletimizindir. Bu işlere siyaseti karıştırmayın…” tümceleriyle ifade ediliyor. Ancak her olayda patronların daha fazla kâr etme hırsıyla “pahalı” denen önlemler alınmadığı için “ucuz insan yaşamı” feda ediliyor. Yani siyasetin ta kendisi…
Eğri oturup doğru konuşalım; benzer cinayetler eskiden de işleniyordu. Sömürü düzeni sürdükçe de devam edecek. Ne var ki, istatistikler son 20 yıldır bunların katlandığını kanıtlıyor. Görünen o ki, Saray Rejimi devam ettikçe benzer cinayetler sürecek. Bazen toplu ölümlerle, kimi zaman tekil cinayetlerle.
Tüm bu olaylar, en solundan en sağına dek muhalif siyasetçilerin suçlu ilan edilmesi eşliğinde yaşanıyor. Türk, Kürt fark etmiyor, muhalif ise bir kulp takılıp hapse atılabiliyor. Tüm bunlar rejimin bekası için.
Ülke koca bir açık hava cezaevine dönmüşken susarak sıranın bize gelmesini beklemek en hafif deyimle aymazlıktır. Çıkışı yani kurtuluşu da tam buradan hareketle gerçekleştirmek mümkün. Tıpkı o slogandaki gibi, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.” Öfkemizi örgütlü biçimde beraberce dışa vurmanın zamanı gelmiş, geçmektedir.