Fikret Ünver | METAFİZİK, TASAVVUF VE ŞEYH BEDRETTİN - 7 | Güney Gazetesi Mersin


ESİNTİLER

Fikret Ünver

Tarih : 17.01.2021
E-Mail : fikret.unver@hotmail.com

METAFİZİK, TASAVVUF VE ŞEYH BEDRETTİN - 7


            Bedrettin, dervişlerinden Mecnun’u yanına çağırarak vasiyette bulunur. Daha sonra deve yününden yapılmış ipi, kendi eliyle cellata uzatır ve müritlerine bakar. Yüzünde ulvi bir tebessüm görülür.(Yıl 1420)

 

            Şeyh Bedrettin’in bedeni bir gece darağacında asılı kalır. Kuşluk vaktinde indirilip yıkanır. Vasiyeti üzerine, müritlerince satın alınan meydandaki nalbant dükkanına gömülür. Gömüldüğü yere, müritleri büyük bir türbe yaptırır. O’nu idam ettiren Çelebi Sultan Mehmet bile bu türbenin yapılmasına engel olamaz.

 

            (Şeyh Bedrettin’in mezarı, Rumeli’nin elden çıkışına kadar büyük bir ziyaretgahtı. Bölgenin Türk toprakları dışında kalmasını izleyen göç sırasında, Serezli Ferid Bey ve arkadaşlarınca 1924 yılında İstanbul’a getirilen şeyhin kemikleri 1961 yılında Sultan Mahmut Türbesine nakledilir.)

 

                        *          *          *

 

            ŞEYH BEDRETTİN NİÇİN KATLEDİLDİ?

 

            Devrinin en büyük din bilginlerinin eğitiminden geçen Şeyh Bedrettin, neredeyse, zamanının en büyük fıkıh alimi haline gelmişti. Bu da ona büyük bir nüfuz ve ün sağlamıştı.

 

            Öyle ki, Çelebi Mehmet, düşman kardeşi Musa Çelebi’nin “Kazaskeri” olmasına rağmen, koskoca bir “Padişah” olarak onu, “bizzat” ortadan kaldırmaya cesaret edememişti. Bu yüzden Bedrettin’le ilgili kararı, ulemadan oluşturduğu bir mahkemeye “verdirtmişti”.

 

            Şeyh Bedrettin’in düşüncelerinde Muhyiddin Arabi’nin izleri çoktu. Bedrettin, “Vahdet-i Vücut”, yani  “Varlığın Birliği” düşüncesi yerine “Vahdet-i Mevcut” fikrini savunuyordu.

 

            O’na göre;

 

            “İnsan” mazhar-ı kâmil idi. Yani “mutlak varlık” en tam ve en mükemmel tecellisini insanda buluyordu.

 

            Allah dünyayı yarattı ve insanlara bahşetti. Servet ve zirai ürünler, cümlenin ortak hakkıydı.

 

            İnsanlar eşitti.

 

            Birinin servet toplamasıyla, diğerlerinin ekmeğe bile muhtaç kalması “ilahi maksada” aykırıydı.

 

            Sadece nikahlı kadınlardan başka, dünyada her şey müşterek olmalıydı.

 

            Tanrı kanunlar vaz’etmiş/koymuştu. Onlardan yararlanmak için de akıl ve iz’an/kavrayış yetisi vermişti. Herkes, “kendi aklının muhiti dairesinde/kapasitesinde” ilahi emirleri kabul ederdi.

 

            Birinin muhiti, itikadı diğerininkine benzememek iddiasıyla üzerinde cebir/zor kullanılması, ilahi emirlere ve maksatlarına aykırıydı. Çünkü, fikir ve vicdan, bir ahenk-i tabiat mahsulüydü/ürünüydü. İnsan cebrin tesirinden masündü/zorun etkisinden korunurdu. Bunun için İslam, Hıristiyan, Musevi, Mecusi hep tanrı kuluydu ve birdi, “kardaş”tı. Aralarında muhabbet ve uhuvvet/kardeşlik, dostluk, bağlılık şarttı. İhtilat/karışma ve muhabbetleri/sevgileri sayesinde hak/doğruluk, batıla/yalana, yanlışa galebe eder/üstünlük sağlardı.(DEVAM EDECEK)    

 
  YAZARIN ARŞİVİ
 
 
 


 



ANASAYFA
MASAÜSTÜ GÖRÜNÜM
HABER ARŞİVİ


KÜNYE


İLETİŞİM

guneygazetesi.com © Copyright 2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden
yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.


URA MEDYA